29 Haziran 2013 Cumartesi

Yıldız Olmak Kaderinde Var - Kerim Frei

Yıldız Olmak Kaderinde Var - Kerim Frei


Yıldız Olmak Kaderinde Var - Kerim Frei


Kerim Frei Koyunlu, 19 Kasım 1993 Feldkirch/Avusturya doğumlu . Boyu 1,72m. Türk Milli Takımı'nın ve İngiltere Premier Lig ekiplerinden Fulham'ın forması giyiyor.

Kerim'in babası İlyas, Türkiye’de doğmuş, ama annesi ve babası tarafından reddedilmiş, daha sonrasında İsviçreli bir aile tarafından evlat edinilmiş biri. Avusturya’da iken Faslı bir bayanla evlendi. 19 Kasım 1993’te ise Kerim doğdu.

Futbola 12 yaşında İsviçre’nin Grasshoppers takımında başlayan Kerim, kısa sürede kendisini gösterdi. 16 yaşındayken Chelsea’nin yolunu tuttu, ama kendini gösteremeyince Fulham onu aldı.

1 sezon Fulham altyapısında oynayan Kerim, Ekim 2011'de Faroe Adaları takımı olan NSÍ Runavík ile oynanan UEFA Avrupa Ligi maçının 72. dakikasında ilk defa A takım formasını giydi. Bir başka UEFA Avrapa Ligi maçı olan Crusaders maçında ise ilk 11'de başlayan Kerim, bu maçta sağ açıkta oynadı. İngiliz turnuvalarında ise ilk defa 21 Eylül 2011'de İngiltere Lig Kupası'nda (League Cup) Chelsea'ye karşı forma giydi. Premier Lig'de ise ilk defa 10 Aralık 2011'de Swansea deplasmanında forma giydi. Kerim ilk golünü ise Odense BK'a attı. Fulham formasını zaman zaman A takım seviyesinde de giyen Kerim Frei, rezerv takımda daha çok forma şansı buldu. Geçirdiği sakatlıklar daha fazla forma giymesini engelledi. 16 Ocak 2012'de Fulham'la sözleşmesini 3 yıl uzattı. 26 Ekim 2012'de ise, 2 Aralık tarihine kadar 1 aylığına Championship takımlarından Cardiff City'e kiralandı.

Fulham formasını A takım ve rezerv takımda toplam 45 kere giyen Kerim, bu maçlarda 5 gol attı, 5 asist yaptı. Avrupa Kupası'nda ise 7 kez Fulham forması giyen Kerim, bu maçlarda 1 gol attı. 1 aylığına kiralandığı Cardiff'te de 3 kere forma giydi.

2010-2012 yılları arasında İsviçre Milli Futbol Takımı'nın genç takımlarında oynayan Frei, 2012 yılında Türkiye A Milli Takımı'nı tercih etti. İsviçre Federasyonu, 2010 yılında Fulham’a transfer olan Kerim'i kaybetmemek için yoğun çaba harcadı. Kerim önce İsviçre U-18, sonrasında da U-19 Milli Takımı'na çağrıldı. Hatta Londra’daki oyunlarda Olimpiyat Takımı’na da davet edildi. Ama Kerim'in A takım seviyesinde tercihi Türk Milli Takımı oldu.

İsviçre U-15, U-18, U19 ve U21 formalarıyla resmi maçlar ve dostluk maçlarında toplam 18 kez forma giyen Kerim, bu maçlarda 5 gol attı, 2 asist yaptı.

Kerim Frei Koyunlu'yu Türk Milli Takımı'na kazandıran isim ise, Milli Takım Yardımcı Antrenörü olan eski bir Galatasaray'lı Okan Buruk. Kerim’in çok yetenekli bir futbolcu olduğunu söyleyen Okan Buruk; “Milli Takım'da kanat oyuncusu sıkıntısı vardı. Dripling yapan, adam eksilten, teknik isimlere ihtiyacımız vardı. Genç milli takımlarda görev alırken Kerim’den zaten haberimiz vardı. Fulham’ın rezerv takımında da izleme fırsatımız oldu” dedi.

Türkiye’nin Danimarka ile 1-1 berabere kaldığı hazırlık maçının son 25 dakikasında ilk kez milli formayı terleten Kerim Frei, oynadığı 25 dakikalık etkileyici futbolla bir yıldız gibi parladı. Mevlüt Erdinç'e yaptığı asistten önce ki çalımları, driplingi, tekniği herkesin dikkatini çekti.

Türkiye A Milli Takım forması ile 2'si resmi, 2'si dostluk toplam 4 maçta forma giyen Kerim, bu maçlarda 1 asist yaptı.

Kerim Frei, yaklaşık 3 yıldır Avrupa liglerinin en iyilerinden biri olan İngiltere’de oynuyor. Ve bu tarz üst bir ligde bile, A takım düzeyinde olmasa bile her forma şansı bulduğunda, kapasitesiyle ve futbol stiliyle dikkat çekiyor. İngilizlerin 'offensive allrounder' dediği tarzda hücumun her bölgesinde aynı etkinlikte oynayabilen bir oyuncu. Maç içerisinde sürekli yer değiştiriyor, rakibinin açığını arıyor. Gerçekten önemli bir yetenek Frei. Hem futbol yeteneklerini, hem de fiziğini geliştirir, daha da güçlenip , istikrarlı bir futbolcu olursa, büyük başarılara imza atar. Çok hızlı ve çabuk bir futbolcu. Tekniği, topa hakimiyeti, pasları, şutları şimdiden çok iyi. Şans verildiğinde etkili frikikleri var. Top ayağına yakışıyor. Oyun zekası yüksek, yaratıcı bir futbolcu. Hızla rakip kaleye giderken bile çok iyi pas verebiliyor, şut atabiliyor, ne yapacağına çok çabuk karar verebiliyor. Kanatları iyi kullanıyor. Hem ceza sahasına etkili ortalar kesip, paslar verip takım arkadaşlarını pozisyonuna sokabiliyor, hem de içeriye kat edip kendine şut imkanı yaratabiliyor. Topu aldığı zaman dikine oynamayı seviyor. Aklında sürekli hızlı şekilde rakip kaleye gitmek var. Bencil bir oyuncu değil. Sıkıştığında topu illa kendisi kullanmak için zorlamıyor, etkili olamayacağı fark ederse hemen en müsait arkadaşına pas veriyor. Üst düzey teknik kapasitesine, kolay çalım atıp adam eksiltebilme yeteneğine rağmen tek pas oynamadaki becerisi, İngiltere futbolunun ona kazandırdığı en önemli meziyetlerden.

Kerim Frei, 'Türk futbolunun geleceği' diyebileceğimiz oyunculardan biri. Sıradan yetenekli bir gurbetçi oyuncudan çok daha fazlası. Bazıları kendisine yazılan kaderi yaşar, bazıları kaderini kendi yazar. Onda da bu ışık var. Kerim'in alınyazısında ne var bilemeyiz. Ama işler beklenmedik şekilde olumsuz gitmezse, kısa bir süre sonra sadece Türkiye futboluna değil, Avrupa futboluna da damga vuracak bir yıldızı izleyebiliriz.


17 Haziran 2013 Pazartesi

Uçan Portekizli - Luis Nani





Uçan Portekizli - Luis Nani



Gerçek ismi Luís Carlos Almeida da Cunha olan 'Nani', 17 Kasım 1986 tarihinde Afrika kıyısındaki Yeşil Burun Adaları'nda (Cape Verde) doğdu. Boyu 1,76m.

Dünyada  futbolseverler  tarafından  tanınan  'Nani'  ismini, kendisine  küçük yaşlarda ablası koydu. Futbol  macerasına  ise  abisi sayesinde çocuk yaşlarda, ülkemizde Beşiktaş forması giyen  Manuel Fernandes ile birlikte başladı. Çocukluğunda Porto taraftarı olan  Nani'nin, futbol kahramanı ise bir futbol efsanesi olan Luis Figo'dan başkası değildi.

Nani,  küçük  yaşlardayken  ailesiyle  birlikte  Yeşil   Burun   Adaları'ndan  Portekiz'e  göç  etti.  5 yaşındayken  babası,  12  yaşındayken  ise  annesi  tarafından  terk  edilen  Nani'nin, annesinden 9, babasından ise 5 kardeşi var. Abisinin  14  yaşında onu götürdüğü  Real Massamá antremanı onun hayatını değiştirdi. Bu kulüp sayesinde para kazanmaya başladı  ve  maddi sorunlardan da böylece biraz olsun kurtuldu.  Real Massamá  kulübü onun kimlik kartı ve pasaport sahibi olmasını sağladı. Kendini  gösterebilmek  için  16  yaşında  Sporting Lizbon  ve  Benfica'yla deneme antremanlarına çıktı, ardından da beğenilincr Sporting Lizbon'un altyapısına seçildi.

2005'te  Sporting Lizbon'la profesyonel  sözleşme  imzaladı ve 2 yıl  boyunca bu takımın formasını giydi.  Sporting  Lizbon  formasıyla  ilk  golünü  30  Ekim  2005'te  Boavista'ya  attı.  2. sezonunda takımıyla birlikte  Portekiz Kupası'nı  kazanma  başarısını gösterdi.  2007'nin  Mayıs  ayında  'Ayın Oyuncusu ' seçildi ve bu performansı sonrası dikkatleri daha  fazla üzerine çekti.  2007'nin  Haziran ayında ise İngiltere Premier Lig'in devlerinden Manchester United'a 25m.€'luk müthiş bir bonservis bedeliyle transfer oldu ve Ada yolunu tuttu. Sporting Lizbon formasını 2 sezonda toplam  66  resmi maçta giydi, bu maçlarda 10 gol attı, 10 asist yaptı.

Manchester United'la 5 yıllık bir sözleşme imzalayan Nani, İngiltere'deki ilk dönemlerinde Portekiz Milli Takımı'ndan da takım arkadaşı  olan  Cristiano Ronaldo'yla  ev arkadaşlığı yaptı.  12  Ağustos 2007'de Premier Lig'de Portsmouth'a karşı ilk kez Kırmızı Şeytanlar'ın formasını giydi. Manchester United  formasıyla kısa sürede kendini geliştirdi ve 1. sınıf bir kanat oyuncusu haline geldi. Tabi bu performansında  Alex Ferguson  faktörü de çok önemliydi.  Manchester United'daki ilk sezonu olan 2007-2008'de 50 resmi maça çıktı, bu maçlarda 5 gol attı, 15 asist yaptı.

2008-2009 sezonunun en önemli performansını  FA Cup'ın  4. ayağındaki  Arsenal  maçında ortaya koydu. Bu maçta 1 gol, 2 asistle oynayan Nani,  4-0  kazandıkları maçta  'Maçın Oyuncusu'  seçildi. Sezonu ise 31 resmi maçta 6 gol, 4 asistle kapattı.

2009-2010 sezonunda C.Ronaldo'nun takımdan ayrılmasıyla M.United'ta Nani'den beklentiler daha çok  arttı.  Sahip  olduğu  yeteneklerle  Nani'nin  C.Ronaldo'nun  boşluğunu  bir  nebze  doldurması bekleniyordu. Zaman zaman oynadığı  etkili futbolla  C.Ronaldo'nun  boşluğunu  dolduramasa  bile neler yapabileceğini gösterdi. 34 resmi maçta M.United formasını giydi. Bu maçlarda 6 gol attı,  15 asist yaptı.

2010-2011 sezonunda ise  Nani, performans ve istatistik olarak kariyerindeki en üst seviyeye ulaştı. M.United  formasıyla  57  resmi  maça çıktı, bu maçlarda  14  gol attı,  24  asist yaptı.  Profesyonel Futbolcular Birliği tarafından takım arkadaşı Meksikalı  Javier  Hernández'le  (Chicharito)  birlikte 'Yılın Genç Oyuncusu'  Ödülü'ne  aday olarak gösterildi, ama ödülü  Jack Wilshire'a  kaptırdı. Yine Profesyonel Futbolcular Birliği  tarafından  M.United'ın  2010-2011  sezonunda  'Yılın Premier Lig Takımı'  seçilmesinde performansıyla önemli  katkıda bulundu. Takım arkadaşları tarafından  'Yılın Oyuncusu' seçildi.

2011  yılında takım arkadaşı Wayne Rooney'le birlikte, bir futbolcu için dünyanın en prestijli ödülü olarak kabul edilen Altın Top'a (Ballon d'Or) aday olarak gösterildi.

2011-2012 sezonunda M.United'da 45 resmi maça çıktı. Bu maçlarda 10 gol attı, 17 asist yaptı.

2012-2013  sezonu ise  Nani  için  çok  iyi geçmedi.  Portekizli  futbolcu  sakatlık nedeniyle birçok maçt a oynayamadı.  Alex Ferguson'un  da gözünden düştü.  M.United  formasıyla 54 resmi maçın sadece 21'inde forma şansı bulabildi. Bu maçlarda 3 gol attı, 6 asist yaptı.

Luis Nani,  Manchester United  formasıyla  4  kez  Premier  Lig  Şampiyonluğu (2007–2008, 2008–2009,  2010–2011,  2012–2013), 1 kez Lig Kupası (2008–2009),  4 kez Community Shield (2007, 2008,  2010,  2011),  1  kez  Şampiyonlar  Ligi  Şampiyonluğu  (2007–2008)  ve  1  kez  de  Dünya Kulüpler Kupası Şampiyonluğu (2008) kazandı.

Portekiz Milli Takımı'nın da forması giyen Nani, bu takımın önemli bir parçası. Portekiz,  2006'da UEFA U21 Şampiyonası'na gittiğinde, Nani kadronun en genç futbolcusuydu. Portekiz, U21 Milli Takımı'yla 5 resmi maça çıkan Nani, bu maçlarda 1 gol attı. Portekiz Milli Takımı'yla ise 62 resmi maça çıktı, bu maçlarda 12 gol attı, 21 de asist yaptı.

Dünya futbolunda Portekizli oyunculara neden  "Avrupa'nın Brezilyalıları" denildiğinin en önemli kanıtlarından birisi olan  Nani, sahip  olduğu  üst düzey tekniği, adam eksiltmedeki ve driplingteki becerisiyle, top cambazı Brezilyalıları bile kıskandıracak bir yetenek.

Nani;  hızlı,  çabuk,  top  hakimiyeti  çok  iyi, kolay ve seri çalımlar atabilen bir futbolcu. Gol  atan, attıran,  kendisine  ve  takım arkadaşlarına  gol pozisyonları yaratabilen çok iyi bir kanat  oyuncusu. Hızlı  hücumlarda,  bire bir  olarak  durdurulması  çok  zor.  Set  hücumlarında  ise, yine  kolaylıkla kendisine  ve  takım  arkadaşlarına  pozisyonlara  yaratabiliyor. Oyun zekası oldukça iyi.  Sağ ayağı daha etkili. Kanat,  kanat-forvet ve forvet olarak oynayabiliyor. Ceza sahası dışından şutları çok iyi. Fırsatını  bulduğunda  mesafe  gözetmeksizin  kaleye  şut  çekip  gol arayabilecek kadar kendine ve şutlarına  güveniyor. Üst  düzey  bir oyuncu olmanın önemli özelliklerinden birisi de özgüven. Ama bu,  birçok  yıldız  oyuncuda olduğu gibi zaman zaman  Nani  için de soruna neden olabiliyor. Daha rahat  pozisyonda  bir  takım  arkadaşı olmasına  rağmen çalım atmaya çalışarak topu kaptırabiliyor, veya açısının kötü olmasına aldırış etmeden şut çekerek o gol pozisyonunu harcayabiliyor.

Nani;  jeneriklik golleri ve rakiplerini  aciz durumda bırakan çalımlarıyla futbolseverlere sık sık göz banyosu  yaptıran  bir  futbolcu. Savunma oyuncularını karşıya karşıya oynarken çok zor durumlara düşürecek  tarzda  bir  yetenek.  Neler  yapabileceğini  tahmin  etmek  zor.  Mevkisinde  tartışmasız dünyanın en önemli yeteneklerinden birisi.
 
 
 
 
 

Girilmeye Değer Bir Risk - Carlinhos






Girilmeye Değer Bir Risk - Carlinhos



Carlos Andrade Souza, nam-ı diğer Carlinhos... Brezilyalı sol bek 23.01.1987 doğumlu, boyu 1,75m.

Futbola Brezilya'nın önemli takımlarından Santos'ta başladı. 2005 yılında ilk kez A takım kadrosuna girdi. 2006 yılının Kasım ayında Brezilya Milli Takımı'nın İsviçre ile oynadığı hazırlık maçı kadrosuna davet edildi. 2007'de Güney Amerika Şampiyonu olan Brezilya U20 Milli Takımı'nın as oyuncusuydu. Santos'ta kendini yeterince gösteremeyince, 2008'de Cruzeiro'ya kiralandı.

Cruzeiro'da da beklediğini bulamadı ve oradan da ayrıldı. Sonrasında Mirassol ve Santo Andre takımlarının formalarını giydi. 2010'un devre arasında bedelsiz olarak Fluminense'ye transfer oldu. Fluminense formasıyla 153 resmi maça çıktı. Bu maçlarda 7 gol attı, 14 asist yaptı. Brezilya Ligi'nin en gözde sol bek oyuncularından birine dönüştü. Son dönemde yükselen performansıyla, Brezilya Milli Takımı kadrosuna çağrılmaya başladı.

Brezilya Ligi'nde çok görülmeyen mücadeleci yapısı ve rakiplerine karşı sertlikten çekinmeyen, kendisine yapılan sert müdahelelerden de kolay kolay yılmayan oyun tarzıyla, son 2,5 yılda Brezilya Ligi'nin en göze batan isimlerinden biri oldu.

Carlinhos; atletik, hızlı, çabuk, istikrarlı, tempolu, bir bek oyuncusuna göre tekniği iyi, hem savunmada, hem hücumda etkili bir oyuncu. Savunmada iyi olduğu kadar, dripling yeteneği sayesinde her fırsat bulduğunda hücuma destek vermesiyle Fatih Terim'in oyun tarzına da uygun, dengeli bir bek.

Kendi ceza sahası çevresinde kaptığı, veya kestiği toplarla hızlı şekilde rakip kaleye gidebilen, takım arkadaşlarını hızla hücuma çıkarabilen bir futbolcu. Geniş alan bulduğu zaman hücuma çıkmayı seviyor ve çıktığında da etkili oluyor. İkili mücadelelerde güçlü. Rakibe müdaheleleri yerinde. Pas arası yaparak rakibin hızlı hücumlarını kesebiliyor, top çalabiliyor. Kademe ve ters kademe anlayışı iyi. Pasları, ortaları, şutları iyi. İhtiyaç duyulursa kanatta da oynatılabilir. Bir kanat oyuncusu gibi kenar çizgisini kullanabiliyor, sıfıra inip orta yapabiliyor, fırsatını bulduğunda içeri girip şut atarak gol arayabiliyor. Hücumdayken nereye pas vereceğini, veya orta yapacağını bir bek oyuncusundan çok daha iyi biliyor.

Carlinhos, defansif özellikleriyle Riera'dan (Hakan Balta'dan da) kuşkusuz çok daha iyi bir sol bek. Hücumda da (Riera kanat oyuncusu olmasına rağmen) kesinlikle Riera'dan kötü değil.

Sertlik açısından Brezilya Ligi'nin üzerinde bir oyun yapısına sahip diyebiliriz. Tipik 'inceci' Brezilyalılardan değil. Ama bunun Avrupa için ne kadar yeterli olduğunu, ancak Carlinhos forma giymeye başladığı zaman tam olarak anlayabileceğiz. Avrupa futboluna tam olarak uyum sağlarsa, değerini daha da katlayacağı bir gerçek.

Carlinhos'la ilgili en çok merak edilen ve sorulan sorular; 26 yaşına kadar neden kendini çok gösteremedi? İyi bir sol bekse, şimdiye kadar niye Avrupa'da önemli liglerindeki bir takıma transfer ol(a)madı? Riskli bir transfer değil mi? Bu soruların birçok sebebi var aslında. Brezilya Ligi'nden her sene yüzlerce yetenekli oyuncu dünyanın farklı liglerine transfer oluyor. Bunun onlarcası yüksek maliyetlerle Avrupa'nın üst düzey liglerine gidiyor. Brezilya'da hala çok sayıda kaliteli, yetenekli oyuncu var ve her geçen gün bunlara yenileri ekleniyor. Bunların arasında kendini gösterebilmek çokta kolay değil. Carlinhos'un şansızlığı, futbola başladığı Santos'ta, o dönem takımın gözdelerinden Kleber'in yedeği olmasıydı. Zaten Kleber'i kesemeyince, yeterince forma şansı bulamadı ve Santos kariyerini noktalamak zorunda kaldı. Brezilya'da yumuşak bileklere ve kusursuz tekniğe sahip oyuncuların daha çok sevilmesi, Carlinhos'un rakiple omuz omuza mücadeleden kaçmayan, dinamo gibi ileri geri çalışan, fiziksel özelliklerini de ön plana çıkaran futbolunun parlamasını geciktirdi. Kaliteli bir sol bek olduğunu gösterme şansını, ancak 2010'da transfer olduğu Fluminense'de bulabildi. "Carlinhos riskli bir transfer mi?" sorusunun cevabı ise başlıkta mevcut. Her transfer gibi Carlinhos transferi de riskli. Ama o riske girilmeye değer.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Savunmaya Yeni Lider; Aurélien CHEDJOU...



Analiz / Savunmaya Yeni Lider; Aurélien CHEDJOU...

Savunmaya Yeni Lider; Aurélien CHEDJOU...



Tam adı Aurélien Bayard Chedjou Fongang olan Kamerun'lu milli stoper, 20 Haziran 1985 doğumlu, 1.84 boyunda ve Fransa Ligue 1 ekiplerinden Lille formasını giyiyor.

Futbola 1998 yılında ülkesi Kamerun'da başlayan Aurélien Chedjou, 2002'de La Liga ekiplerinden Villareal'in altyapısına geçiş yaparak İspanya'ya merhaba dedi. Ama buraya ayak uyduramayınca İspanya'dan ayrıldı ve Fransa'ya gitti. Fransa'da sırasıyla Pau FC, Auxerre ve Rouen formaları giyen Kamerunlu savunma oyuncusu, 2007 yılında hala formasını giymekte olduğu Lille'e transfer oldu. İlk sezonunda fazla forma şansı bulamadı ve sadece 2 maçta toplam 127 dakika sahada kalabildi. Sonraki sezon ise takımdaki as oyuncuların sakatlıklarını fırsata çevireren Chedjou, 13'ü sonradan olmak üzere 30 resmi maçta Lille formasını giydi, bu maçlarda hiç kırmızı kart görmezken, 3 kere sarı kart gördü. Kendi kalesine attığı 1 gol ise Chedjou açısından sezonun nazar boncuğu oldu. Bu performansı sayesinde 12 Mart 2009'da ilk kez Kamerun Milli Takımı'nın maç kadrosunda kendisine yer buldu. 7 Haziran 2009'da ise Dünya Kupası Afrika elemeleri kapsamında Fas karşısında ilk kez Kamerun Milli Takımı'nın formasını giydi.

Fransa futbolunun istikrar abidelerinden diyebileceğimiz Chedjou, aynı zamanda Ligue 1'in en iyi stoperlerinden biri olarak kabul ediliyor. Futbola oyun kurucu olarak başlayan Chedjou, maçlarda savunmadan risksiz top çıkartabilme ve olumlu pas atabilme becerisiyle dikkat çeken bir stoper. Sağ ayaklı savunma oyuncusu, zaman zaman defansif orta saha oyuncusu olarakta görev yapabiliyor. Bir savunma oyuncusuna göre tekniği oldukça iyi. Bir stoper için üst düzey diyebileceğimiz top tekniğine sahip olması, oyuncu markajındaki becerisi ve hava toplarındaki etkinliğiyle Ligue 1'in en komple stoperlerinden biri. Sert futbolu, hızlı, çabuk, güçlü fiziksel yapısı ve iyi diyebileceğimiz kademe/ters kademe anlayışıyla Chedjou, aynı zamanda savunmada tam bir lider. Kestiği topları yüksek yüzdeyle hızlı bir şekilde hücuma çıkan kanat oyuncularına yerinde paslarla aktarabilen bir stoper Chedjou. Takımı için tehlikeli olabilecek bölgelerde ise pek riske girmeyi tercih etmeyen bir isim.

Lille, 2010-2011 sezonunda Ligue 1 ve Kupa Şampiyonu olurken Sow'lu, Hazard'lı, Gervinho'lu, Obraniak'lı, Mavuba'lı, Cabaye'li yıldızlarla dolu kadronun, savunmadaki yıldızlarından biri de şimdi Valencia forması giyen Fransız milli stoper Adil Rami'yle birlikte Aurélien Chedjou'ydu. O sezon sonunda Juventus ve Liverpool'un çok istediği Chedjou, takımında kalmayı tercih etti. Bu tercihte o bırakmak istemeyen takımı Lille'in de etkisi büyüktü kuşkusuz. Bu sezon (Chedjou'nun Lille'deki eski partneri) Adil Rami'nin takımdan ayrılma ihtimali nedeniyle La Liga ekiplerinden Valencia'nın ve Ligue 2'den tekrar Ligue 1'e yükselme başarısı gösteren Monaco'nun Chedjou'yla ciddi şekilde ilgilendiği haberleri çok sık Fransa ve Avrupa spor basınında yer alıyor.  

Bu sezon Chedjou'nun PSG maçında bir pozisyonda Zlatan İbrahimovic'e attığı bacak arası çalım Fransa'da ve dünyada futbolseverler arasında sezonun en çok konuşulan hareketlerinden biri oldu. 




Son haftalarda ise Lille'in evinde Sochaux ile 3-3 berabere kaldığı ve deplasmanda Toulouse'a 4-2 mağlup olduğu 2 maçta toplam 7 gol yemesi nedeniyle takımın savunmadaki lideri Chedjou, hem daha çok sorumluluk almadığı, hem de bu gollerde kritik hatalar yaptığı için çok ciddi şekilde eleştirildi. Chedjou ise bu eleştirilere dizinde bir sakatlığı olduğunu, bu sakatlığın tamamen iyileşmesi için dinlenmesi gerektiğini, ancak takımını yalnız bırakmamak için forma giymeye devam ettiğini, sezon sonunda bu sakatlığı tamamen atlatacağını ve dizinin de %100 hazır hale geleceğini söyleyerek cevap verdi. Ligin son maçı olan Lille'in 0-0 berabere kaldığı Montpellier maçının 42. dakikasında yeni bir sakatlık geçirdi. Ancak Fransa basınında bu sakatlığın çokta ciddi olmadığı açıklandı.
Fransa basınına göre Ligue 1'de son 10 yılın en iyi 11'inin belirlendiği listede yer alan 2 stoperin (PSG'in Brezilya'lı stoperi Thiago Silva ve bu sezonun başında Tomas Ujfalusi'nin talihsiz sakatlığı sonrası Lyon'dan transfer edilip, beklentileri karşılayamayınca ülkesi Brezilya'ya geri dönmek zorunda kaldığımız Cris'in) yedeği olarak gösterilen Aurélien Chedjou, böylece Fransa Ligi'nde son 10 yılda forma giyen en başarılı 3. stoper olarakta gösterilmiş oldu.
 
Bu sezon 45 resmi maçta Lille formasını giyen Chedjou, bu maçlarda 4 gol attı, 1 asist yaptı, 5 kere sarı kart gördü, hiç kırmızı kart görmedi, 2 kere de kendi kalesine gol atma talihsizliğini yaşadı. Geçen sezon ise Lille ve Kamerun Milli Takımı'nın formasını toplam 41 resmi maçta giydi, bu maçlarda 4 gol attı, 1 asist yaptı, 6 kere sarı kart gördü, hiç kırmızı kart görmedi. Lille ile lig ve kupa şampiyonu oldukları 2010-2011 sezonunda ise, Lille ve Kamerun Milli Takımı'nın formasını toplam 54 resmi maçta giydi, bu maçlarda 4 gol attı, 8 kere sarı kart gördü, hiç kırmızı kart görmedi, 1 kere de kendi kalesine gol attı. 





BURAK YILMAZ - Yeni Kral





BURAK YILMAZ - Yeni Kral




15.07.1985 Antalya doğumlu Burak Yılmaz, 1.89m boyunda. Milli forvet Galatasaray forması giyiyor.

2010-2011 sezonunda Trabzonspor formasıyla 30 maçta 19 gol, 2 asistle oynayan Burak Yılmaz, 2011-2012 sezonunda ise istatistik olarak zirve yaptı. Yine Trabzonspor formasıyla 35 resmi maçta 34 gol atıp, 9 asist yaparak müthiş bir performans ortaya koydu. 'Gol Kralı' oldu.

2012-2013 sezonunda Galatasaray'a transfer olan Burak, 43 resmi maçta 34 gol, 9 asistle oynadı. Bu gollerin 24 tanesini Süper Lig'de, 8'ini Şampiyonlar Ligi'nde, 2'sini ise Milli Takım'da kaydetti. Süper Lig'de üst üste 2. kez 'Gol Kralı' olmayı başardı. Ş.Ligi'nde, Galatasaray Real Madrid'e elenene kadar gol krallığında zirvedeydi.

Birkaç sene öncesine kadar özellikle kanatta oynayan Burak Yılmaz, Trabzonspor’da Şenol Güneş sayesinde gole daha yakın oynamaya başladı ve yeni görevini çok iyi yaptı. Son 3 sezonu haricinde forvet olarak oynamamış bir oyuncu için gösterdiği performans müthiş. Burak, 1985 doğumlu bir isim. Belli bir yaştan sonra oynamaya başladığı yeni mevkisine bu kadar çabuk adapte olması ve oynamaya başlar başlamaz ligin en çok gol atan oyuncusu haline gelmesi, hem ne kadar yetenekli bir futbolcu olduğunun, hem de yıllardır aslında yanlış mevkide oynatıldığının göstergesi. Çok daha uzun süre forvette oynamış olsaydı, şimdi performansı ne durumda olurdu, futbolcu olarak ve gol atma hususunda kendini daha ne kadar geliştirebilirdi tahmin etmek zor. Sadece 3 sezonda ulaştığı nokta takdire şayan.

Gelelim Burak Yılmaz’la ilgili eleştirilere. Daha GS'a transfer olmadan futbol ulemaları Burak Yılmaz'ı yerden yere vurmaya başladılar. Transfer olduktan sonra ise bu eleştiriler daha da arttı. 'Burak Galatasaray’da oynayamaz.' eleştirisine yenileri eklendi. 'Burak üst düzey bir futbolcu değil', 'Şampiyonlar Ligi'nde gol atamaz', 'Süper Lig golcüsü', 'Tüm takım ona çalışıyor diye bu kadar çok gol atabiliyor', 'Şans eseri gol kralı oldu'... Burak GS forması giymeyi başladı ve gollerini atmaya kaldığı yerden devam etti, ama eleştiriler bir türlü bitmek bilmedi. 'Bencil bir futbolcu', 'Adam eksiltemiyor', 'Çalım atamıyor', 'Çok gol kaçırıyor'...

GALATASARAY’ın 2010-2011 sezonunda ligde 8. olmuş takımından kadroda neredeyse kimse kalmadı ve son 2 sene üst üste şampiyon olan kadrosu birçok transferle baştan kuruldu. Burak'ın daha Galatasaray'daki ilk sezonunda hem ligde, hem de ŞL’nde gol krallığında zirveye oynaması, Trabzonspor’da yaptıklarının "şans eseri" olmadığının, şans bulduğunda ne kadar başarılı olabileceğinin göstergesi.

'Kafayla gol atamaz' denildi. Bu sene attığı gollerin çoğu kafayla. 'Sağ ayaklı bir futbolcu, solunu kullanamaz' denildi. Sağ ayağıyla attığı gol kadar, sol ayakla attığı gol var. Plase, aşırtma, frikik, uzaktan şut, fırsatçılık... Ne ararsan var Burak'ta. Belki hiçbirinde mükemmel değil, ama hiçbirinde kötü de değil. Giderek geliştiriyor kendini. Spora çocuk yaşlarda 'koşucu' olarak başlamasının avantajı büyük. Hızını kullanarak açık alanda rakiplerine üstünlük sağlayabiliyor. Tekniği üst düzey değil, ama "kazma" sınıfında olmadığı da ortada. Cluj deplasmanında rakibine attığı feykle onu ekarte ederek attığı gol buna iyi bir örnek. Her golcü çok teknik olacak, veya gollerini 2-3 kişiyi çalımlayarak atacak diye bir kural yok. Ama kendini bu konuda daha da geliştirmesi gerektiği de bir gerçek. Bire bir pozisyonlarda rakip savunma oyuncularını daha fazla zorlamalı, daha rahat adam geçebilmeli.

Burak'ın başka bir avantajı daha var. Didier Drogba…

Didier Drogba’nın ne kadar üst düzey bir futbolcu olduğunu söylemeye gerek yok. Yarım sezonda fizik olarak tam hazır hale gelemedi, kendisinden beklenilen seviyeye ulaşamadı. Burak gibi sürekli kendini geliştiren bir oyuncu için Drogba mükemmel bir örnek. Drogba, 2013-2014 sezonuna çok daha hazır halde girecek. Burak’ta Drogba'nın yanında kendini geliştirmeye devam ederse, daha tehlikeli bir forvet haline gelecek. Tabi Sneijder'in de yeni sezonda daha etkili oynayacağını, Selçuk'la birlikte forvet oyuncuları için bulunmaz bir nimet haline dönüşeceğini de unutmamak gerekli.

Yabancı oyuncu kontenjanındaki problem ortadayken, Burak Yılmaz gibi kaliteli yerli oyuncuları kaybetmenin takım içerisinde ne kadar ciddi bir problem yaratacağını da hesaplayarak "Burak'ı satalım" demekte fayda var. Yabancı oyuncu kontenjanı iddia edildiği gibi düşürülürse; takımlar ellerindeki kaliteli yerli oyuncuları bırakın böyle kolay kaybetmeyi, başka kaliteli yerli oyuncuları da kadroya katmak zorunda kalacaklar. Piyasada çok fazla kaliteli yerli oyuncu yok. Olanların da değeri; muadili olan, hatta çok daha kaliteli yabancı oyunculardan kat kat daha pahalı. Birçok takım; ya iyi yerli oyuncusunu kaybetmek istemiyor, ya da daha çok para koparabilmek için kendini naza çekiyor. Takımlar sahaya ilk 11'de sürecek 5 kaliteli yerli oyuncu bulmakta bile zorlanabiliyorlar. Oynayan yerli oyuncuların hepsi de çok iyi oynadığı için forma şansı bulmuyorlar. Yerlerine oynatacak daha kaliteli başka yerli futbolcular bulunamadığı için zorunluluktan oynuyorlar. Çoğu yerli futbolcu da, yetenekli veya kaliteli olmasına rağmen istikrarlı değil. GS’da oynayabilecek kalitede yerli oyuncu az. Diyelim Burak Yılmaz satıldı. Yerine kaliteli yerli forvet kim alınacak? Mevlüt Erdinç? Cenk Tosun? Eren Derdiyok? Burak'ın seviyesinde, veya transfer edilirse kısa sürede Burak'ın yerini doldurabilecek kalitede yerli bir forvet oyuncusu var mı? 'Burak’ı satalım' demek kolay. Zor olan onun yerini doldurabilmek. Piyasada Burak’ın yerini doldurabilecek yabancı kaliteli forvet bile çok değil. Burak’ı satıp, yerine C.Ronaldo’yu, Cavani’yi, Hulk’u, Falcao’yu transfer etme hayalinde olanlar daha gerçekçi olmalılar. Dünyanın üst düzey futbol takımları Burak’ın peşindeler. Kendi ülkesinde de değeri daha fazla bilinse iyi olur. Türk futbolunda Burak Yılmaz, Selçuk İnan gibi değerler maalesef çok yok. Herkes Burak'ı sevsin, yada sevmesin, onun başardıklarına saygı duymak zorunda. Burak Yılmaz, 19. şampiyonluğun en büyük mimarlarından biriydi, yeni başarıların da olmaması için hiçbir neden yok.

Galatasaray, Drogba ve Sneijder transferleriyle hedeflerini ortaya koydu. Gerçekten de Avrupa futbolunun en iyi takımlarından biri olmak istiyorsa, elindeki iyi oyuncuları kaybetmemeli. Özellikle de yabancı oyuncu kontenjan sorunu ortadayken, kaliteli 'yerli' futbolcularını.

14 Haziran 2013 Cuma

Küçük Dev Adam - ERMAN KILIÇ

Analiz I Küçük Dev Adam - Erman Kılıç

Küçük Dev Adam - Erman Kılıç


Erman Kılıç, 20 Eylül 1983 Erzincan doğumlu. Boyu 1.66m Orta sahada görev yapıyor.

Futbolculuk kariyerine 1999'da Bergamaspor'da başladı. Sırasıyla Göztepe ve Elazığspor formalarını giydi. 2007'de kendini daha fazla gösterme imkanı bulacağı İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a transfer oldu. İyi bir performans sergiledi. 2 sezonda İ.B.B. formasıyla 68 resmi maça çıktı. Bu maçlarda 7 gol attı, 18 asist yaptı. Bu performansı Sivasspor'un da dikkatini çekti. 2009-2010 sezonu öncesi Hervé Tum, Kanfory Sylla artı bir miktar da para karşılığında Sivasspor'a transfer oldu.

2009-2010 sezonunda Süper Lig ve Türkiye Kupası'nda toplam 32 resmi maça çıktı. Bu maçlarda 4 gol attı, 6 asist yaptı. O sene Avrupa Kupası Elemeleri'nde yer alan Sivasspor formasıyla 3 maça çıktı ve bu maçlarda 1 asist yaptı. Sivasspor formasıyla ilk golünü 05.12.2009'da Kasımpaşaspor'a attı.

2010-2011 sezonunda ise kendini daha fazla göstermeye başladı. Sivasspor formasıyla toplam 31 resmi maç oynadı. Bu maçlarda 9 gol attı, 4 asist yaptı.

2011-2012 sezonunda Sivasspor formasıyla toplam 42 resmi maça çıkan Erman, bu maçlarda 10 gol, 10 asistle oynadı. Bu performansı sonrası adı (Beşiktaş başta olmak üzere) birçok takımla transfer dedikosuna karıştı.

2012-2013 sezonunda ise Sivasspor formasıyla 44 resmi maça çıkan Erman Kılıç, yine etkileyici bir performans ortaya koyarak bu maçlarda 9 gol attı, 14 asist yaptı.

Erman Kılıç, Süper Lig'de mücadele eden yerli oyuncular içerisinde önemli sayılabilecek bir isim. Oynadığı takımlar için çok faydalı olmuş bir oyuncu. İ.B.B.'den Sivasspor'a transfer olduktan sonra kendini hemen tam olarak gösteremedi. Ama Sivasspor'la son 2 senesinde ne kadar değerli bir yerli oyuncu olduğunu herkese kanıtladı. Sivasspor'un hızlı hücumlarda etkili olmasında Eneramo, Aatif Chahechouhe, Kamil Grosicki ve Erman Kılıç'ın etkisi büyük.

Teknik, yetenekli, hızlı, çabuk bir futbolcu. Sol kanatta ve sol içte oynayabiliyor. Görev verilirse forvet arkası gibi de oynayabilir. Topu aldığında dikine oynayabilen, hızlıca rakip kaleye gidebilen, yaratıcı özellikleri olan bir oyuncu. Takım arkadaşlarını ara paslarıyla gol pozisyonuna sokabiliyor. Forma şansı bulduğunda, atacağı gollerle, veya yapacağı asistlerle rahatlıkla takımı adına skoru değiştirebiliyor. Sol ayaklı bir futbolcu. Ama sağ ayağını da iyi kullanabiliyor. Uzaktan hem sol, hem sağ ayakla çektiği sert ve isabetli şutlarla birçok golü var. Frikikleri etkili.

Erman Kılıç, yedek oturmayı çok dert etmeyecek bir isim olması sayesinde, kaliteli ve alternatifli bir kadro kurmak isteyen takımlar için (yabancı oyuncu kontenjanındaki sorun da ortadayken) önemli avantaj. Bonservisi elinde, sorunsuz, pek istikrar sorunu yaşamayan, yetenekli bir yerli.
Video Linki :

GALATASARAY'ın Pitbull'u - Felipe MELO


GALATASARAY'ın Pitbull'u - Felipe MELOGALATASARAY'ın Pitbull'u - Felipe MELO




GALATASARAY, 2010-2011 sezonunda ligi 8. sırada bitirmiş enkaz halindeki takımın başına Fatih Terim'i getirdiğinde, yepyeni bir takım kurulacağı da belliydi. 2011-2012 sezonu öncesinde Selçuk İnan, Fernando Muslera, Tomas Ujfalusi, Engin Baytar, Emmanuel Eboue, Albert Riera, Johan Elmander gibi birçok oyuncu transfer edildi. Felipe Melo da bunlardan biriydi.

Profesyonel kariyerine ülkesi Brezilya'nın köklü kulüplerinden Flamengo'da başlayan Felipe Melo, daha sonra sırasıyla Cruzeiro ve Gremio formalarını giydi. Gremio'nun kümeye düşmesinin ardından İspanyol ekiplerinden Real Mallorca'ya transfer oldu. Burada çok fazla forma şansı bulamayıp, yine La Liga ekiplerinden Racing Santander'e transfer oldu. Burada 2 sezonda 48 resmi maça çıktı, 6 gol attı, 1 asist yaptı, 15 sarı ve 2 kırmızı kart gördü. Ardından da La Liga'daki en iyi performansını sergileyeceği Almeira'ya transfer oldu.

Almeira formasını 34 resmi maçta giydi. Bu maçlarda 7 gol attı, 1 asist yaptı, 12 de sarı kart gördü. Almeira'daki dikkat çekici performansı sonrasında 2008'de 13m.€ bonservis bedeliyle İtalya'nın Serie A ekiplerinden Fiorentina'nın yolunu tuttu.

Felipe Melo, Mor Menekşeler'in formasını bir sezonda 40 resmi maçta giydi. Bu maçlarda 2 gol atıp, 1 asist yaptı. 13 sarı kart, 2 kırmızı kart gördü. Etkileyici performansı sayesinde Brezilya Milli Takımı'na çağrılmaya başladı. İlk kez milli takım formasını Emirates Stadyumu’nda oynanan Brezilya - İtalya özel maçında giydi. İtalya'daki ilk sezonunda gösterdiği üst düzey performans sonrası Arsenal başta olmak üzere Avrupa'nın birçok önemli takımı Felipe Melo'yu transfer edebilmek için Fiorentina'nın kapısını çaldı. Yine Serie A devlerinden Juventus'ta bu takımlardan biriydi. Fiorentina, Melo'yu bırakmak istememesine rağmen Brezilyalı oyuncuyu elinde daha fazla tutamadı.

Melo, 2009 yazında Fiorentina'dan Juventus'a 25m.€ (bu rakam Fiorentina'yla Melo arasındaki sözleşmenin fesih bedeliydi) bonservis bedeliyle transfer olduğunda, İtalya'da ondan beklentiler çok daha artmıştı. İlk sezonunda Juventus formasıyla 40 resmi maça çıktı. Bu maçlarda 3 gol attı, 14 sarı, 2 kırmızı kart gördü. Sezon sonunda performansı Juventus cephesini pekte tatmin etmemişti.

2010-2011 sezonu da Melo için çok iyi geçmedi. 38 resmi maçta 1 gol attı, 1 asist yaptı. Sezon boyunca 9 sarı, 1 kırmızı kart gördü. Sezon sonunda İtalya'da yüksek maaliyetlerle bir takıma transfer olup, beklentileri karşılayamayan oyunculara verilen "Bidone d'Oro", yani "Altın Bidon" ödülüne layık görüldü. Juventus'taki 2 sezonunun ardından da eleştiri oklarının hedefinde hep Brezilyalı oyuncu vardı. Juventus forması giydiği sürece etiketinde yazan 25m.€'luk yüksek bedeli, sahada yaptıkları karşılamaya yetmedi. Bunun sonucunda da satın alma opsiyonuyla birlikte GALATASARAY'a kiralandı.

GALATASARAY'daki ilk senesinde müthiş bir performans ortaya koyan Felipe Melo, 2011-2012 sezonunda sarı kırmızı formayla 36 resmi maç çıktı. Sezonu 12 gol, 1 asist ve 13 sarı kartla tamamladı. GALATASARAY'ın 18. şampiyonluğunda büyük katkı sağladı. Tribünlerin sevgilisi oldu. Ama sezon sonu sancılı geçti. Bir türlü GALATASARAY-Melo-Juventus üçgeninde beklenen anlaşma gelmedi. Pazarlıklar aylarca sürünce Melo sezon başı kampını kaçırdı. Sonucunda da 2012-2013 sezonuna çok kötü bir başlangıç yaptı.

Melo, kadroya geç katıldığı için takımla birlikte yeteri kadar çalışma imkanı bulamadı. Kondisyonunun hazır hale gelmesi ve form tutması uzun zaman aldı. GALATASARAY için yeni sezon sıkıntılı başladı. Melo'nun formsuzluğu haricinde başka sorunlarla da uğraşmak zorunda kalındı. Beklenen sol bek transferi yapılamayınca, Fatih Terim, Riera'yı sol bekte oynatmak zorunda kaldı. İspanyol oyuncu yeni mevkisinde acemilik çekti ve hatalar yaptı. Savunmanın lideri Ujfalusi, lig başlamadan sakatlandı ve sezonu hiç forma giymeden kapattı. Ne Lyon'dan transfer edilen Cris, ne de Gaziantepspor'dan transfer edilen Dany, Ujfalusi'nin boşluğunu dolduramadı. Yine şampiyonlukta önemli katkı sağlayan Eboue sezona formsuz başladı. Savunmadaki problemler nedeniyle takım kolay goller yedi, puanlar kaybetti. Bir önceki sezon oynadığı hırslı, sert ve savunmanın önündeki süpürücü futbolla defansını, attığı gollerle de hücum hattını rahatlatan Melo, 2012-2013 sezonunun ilk yarısı boyunca takıma beklenen katkıyı bir türlü veremedi. Melo'nun yerine forma şansı bulan Yekta'nın verdiği katkı yeterli olmadı. Amrabat ve Hamit (özellikle sezonun ilk yarısında) bir türlü kendilerinden beklenilen seviyeye ulaşamadılar. Melo'suz GALATASARAY orta sahası defansif açıdan çöktü. Melo kötü oynayınca Selçuk İnan'da sıkıntı yaşadı. Top alabilmek ve savunmaya yardım edebilmek için daha fazla geriye gelmek zorunda kaldı. Topla ne kadar geride buluşursa, hücumda da o kadar etkinliği azaldı. Kanatları da etkili kullanamayan takım, hücumda gol pozisyonu bulabilmek için özellikle Selçuk'un bitirici son paslarına ihtiyaç duyuyordu. Sezonun ilk yarısında kadrodaki yaratıcı tek oyuncu Selçuk İnan'dı. Melo form tutana kadar, Selçuk'ta istediği performansı ortaya koyamadı. Sahada saman alevi gibi bir parladı, bir kayboldu. Ama yine de bu zorlu dönemde GALATASARAY'ın orta sahasını ayakta tutan isim oldu. Melo ancak ligin 2. yarısıyla birlikte kendini bulmaya başladı. Her maç formunu daha da arttırdı. Ligdeki ve Şampiyonlar Ligi'ndeki son maçlarda çok etkiliydi. Hep sahanın en iyilerinden biri oldu.

2012-2013 sezonunda Melo, 35 resmi maçta forma giydi. 1 gol attı, 6 asist yaptı, 9 sarı kart ve 2 kırmızı kart gördü. 1 kere de (Avrupa kariyerinde ilk kez) kendi kalesine gol atma şansızlığını yaşadı. Bu sezon yaşadığı diğer bir ilk ise; Elazığ deplasmanının son dakikalarında, Elazığ'lı futbolcu Serdar Gürler'le ceza sahası içerisinde çarpışıp kırmızı kart gören ve penaltıya sebebiyet veren Fernando Muslera'nın yerine penaltı atışında GALATASARAY kalesini koruması ve penaltı atışını kurtarmasıydı.

Melo GALATASARAY'da bu sene bir önceki sezona göre daha defansif bir rol üstlendi. Sahada ofansif oyuncu sayısı fazla olunca, Melo'nun defansif sorumluluğu doğal olarak arttı. Sezonun 2. yarısındaki maçlara bakıldığında Melo'nun takım için defansif açıdan ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

Felipe Melo kariyeri boyunca dostluk maçları (7 tane) hariç 15 resmi maçta Brezilya Milli Takımı'nın formasını giydi. Bu maçlarda 2 gol attı, 1 asist yaptı, 5 sarı kart, 2 de kırmızı kart gördü.

Melo'yla ilgili en çok tartışılan soru şu; Melo'nun bonservisi alınmalı mı, alınmamalı mı? Yada Melo'nun GALATASARAY'da kalması takım için faydalı mı olur, yoksa zararlı mı? Bunu cevaplarken Melo'nun eksilerini ve artılarını bir teraziye koyarsak, çok daha doğru bir sonuca ulaşabiliriz.

Melo'nun eksileri;
Çabuk sinirlenen yapısı: Rakip tarafından kendisine yada takım arkadaşına yapılan sert faullerde, tahrik edici hareketlerde, veya hakemin yanlış kararlarında Melo çok çabuk sinirlenebiliyor ve sinirlerine de kolay kolay hakim olamıyor. Bu sebeple kolay kart görebiliyor. Takımını her an sahada yalnız bırakma ihtimali yüksek. Ülkemizdeki hakemlerin başka oyunculara gösterdikleri anlayışı Felipe Melo'ya göstermedikleri de bir gerçek. Basındaki Anti-GALATASARAY'lı güçler Melo'yu sürekli hedef olarak gösteriyorlar. Melo'ya suçu yokken bile rahatlıkla ceza kesebilen hakemler, nedense rakip oyunculara ceza verirken aynı standartta davran(a)mıyorlar. Gerçi sadece hakemler mi? Cezayı veren PFDK, onayan Tahkim Kurulu, bunlara destek veren TFF... Nasıl olsa hepsi aynı kaptan yiyorlar. Bu yüzden de çok fazla şey beklememek gerekli aslında.
İstikrarsız performansı: Bu sezon Melo'nun ligin ilk yarısındaki performansıyla, ligin ikinci yarısındaki performansı arasında dağlar kadar fark var. Bunda sezon başında kamp yapamamasının etkisi çok büyük.
Yabancı oyuncu kontenjanındaki sınırlama: Bu sınırlama nedeniyle (eğer bir değişikliğe gidilmez ve TFF yabancı oyuncu kontenjanıyla ilgili aldığı kararı uygulamaya sokarsa) Süper Lig'deki bütün takımlar bazı yabancı oyuncularıyla yollarını ayırmak zorunda kalabilirler. Çünkü T.F.F.'nin yabancı oyuncularla ilgili yeni sezon için belirlediği kontenjana göre, takımların 18 kişilik maç kadrolarında sadece 6 yabancı oyuncu bulundurmalarına izin veriliyor.

Melo'nun artılarına bakacak olursak;
•Melo Avrupa'da forma giyen defansif orta saha oyuncuları içerisinde en iyilerden biri. Yetenekleri sayesinde oyunun iki yönünde de etkili olabiliyor. Birçok defansif orta saha oyuncusu sadece rakip atakları keserken oyunun içinde var, veya kestiği topları olumlu ve etkili kullanabilen defansif orta saha oyuncusu çok az. Melo ise hem savunmasını rahatlatan, hem topu çok iyi kullanan, hem gerektiğinde kendisi topla hücuma çıkabilen, hem de ayağa veya koşu yoluna attığı uzun paslarla takım arkadaşlarını hızla hücuma çıkarabilen bir futbolcu.
Saha içindeki agresifliği: Bazen bu agresifliğin zararını görsede, her takımın kadrosunda Melo gibi kaybetmeyi asla kabul edemeyen, hırsıyla hem taraftarını, hem de takım arkadaşlarını gaza getiren en az bir oyuncu olmalı. Özellikle geriye düşüldüğünde, skora isyan edip takımı ayağa kaldıracak itici güç, tam da Melo'nun sahip olduğu hırs.
Takımını sahiplenmesi: Melo saha içerisinde takım arkadaşlarını sahiplenen tarzda bir futbolcu. Takım arkadaşlarına karşı sahada sert bir hareket olduğunda, sessiz, tepkisiz kal(a)mıyor ve arkadaşlarını koruyor. Bu da 'takım olabilmek' için tüm futbolcularda olması gereken önemli bir meziyet.

Sezon bitti ve geçen sezon sonu olduğu gibi tüm GALATASARAY'lıların kafasında yine aynı soru var; Felipe Melo takımdan ayrılacak mı, yoksa GALATASARAY'da forma giymeye devam edecek mi? Bu sorunun cevabını geçen sezonun aksine çokta fazla uzamadan hep birlikte öğreneceğiz. Ama tek bir gerçek var; Melo GALATASARAY'dan ayrılırsa, onun yerini doldurmak çok kolay olmayacak.